14 Ocak 2014 Salı

Bölüm 2

Kraliçe son hızla kraliyet profesörünün laboratuvarına girdi ve ona;
- Sanırım işe yaramayan zaman makinesi işe yaradı dedi.
Profesör inanılmaz derecede şaşırmış bir şekilde kraliçeye;
- Ama bu nasıl olur. Daha demin çalıştırdım, kimsenin çocukluğu buraya gelmedi. Sonra da makine bozuldu diyerek vidaları sökülmüş bozuk makineyi gösterdi.
Kraliçe sinirlenerek;
- Ama benim çocukluğum geldi! diyerek profesöre bağırdı. Sonra da kısık bir sesle;
- Bunu düzeltebilecek bir yol biliyor musun? diye sordu.
Profesör;
- Tabi ki biliyorum. Gerçi biraz tehlikeli. Hani kimsenin korkup gidemediği  volkanik bir ada var ya işte orada altın rengindeki hindistan cevizi ağacını bulacak. Onun tam altında çok değerli bir taş var. O taştan hangi zamanda, mekanda yada şekilde olmak isterse dilemesi yeterlidir. Yalnız bir hakkı var.
Kraliçe;
- Ne? Delirdin mi sen! Eğer ona bir zarar gelirse bana da gelebilir.Hem o sırada belki başka bir şey düşünür, bir hakkını başka bir şey için kullanır.
Profesör;
- Merak etme. Gökten düşmüş bir kız ailesine kavuşmak için her yolu deneyecektir ve ailesine kavuşmaktan başka bir dilek dileyeceğini hiç sanmıyorum.
Kraliçe
- Tamam. O halde tek sorunumuz onun benim çocukluğum olması. Onun bunu öğrenmemesi lazım. Eğer öğrenirse bunu değiştirmek için elinden geleni yapacaktır. O zaman kötü bir geleceği olur, buraya farklı biri gelir ve her şey değişebilir.
Profesör;
- Tamam o zaman. Ona yolluk, silah veya onu koruyacak şeyler verip ormana gönderelim.
En sonunda laboratuvardan çıktılar. Profesör Natalie'ye  her şeyi anlatıp, bazı silahlar vererek ormana götürdüler.
Orman biraz kuru ve ıssızdı ama Natalie bazı hayvanların ona baktığını hissedebiliyordu. Şu anda tek bir amacı vardı, oda ailesine kavuşmak. Bu yüzden geçici bir süreliğine de olsa gözleri unutup hedefine odaklandı. Altın renginde hindistan cevizi ağacını bulacaktı. Sanki biri onu takip ediyor, onu izliyordu. Maalesef içindeki bu kötü hissi bir türlü atamıyordu. Sonunda kararını verdi ve çantasındaki kılıcı çıkarıp hızlıca arkasını döndü. Gördüğü manzara karşısında neredeyse dilini yutacaktı. Kocaman bir kuş gördü. Üstelik sıradan bir kuş değildi. Bir Anka kuşuydu. Anka kuşu ona;
- Lütfen benden korkma. Sarayda konuşulanları duydum. Hindistan cevizi ağacının nerede olduğunu biliyorum, bu ormanı avucumun içi gibi bilirim.
Natalie bir Anka kuşunun ona katılmasını istemiyordu. Ama ondan başka birinin ormanı daha iyi tanıyacağını sanmıyordu. Birkaç saat sonra Natalie yorgunluktan ölmek üzereydi ama Anka kuşu halinden gayet memnun görünüyordu. Tabii o bu ormana kaç bin kez gitmişti. Ormanı avucunun içi gibi biliyordu. Zaten hava kararmıştı ve uyuyacak bir yer aramaları gerekiyordu. Neyse ki Anka kuşu bu konuda uzmandı ve terk edilmiş bir ayı mağarası buldu. İçerisi berbat kokuyordu ama en azından sıcaktı. Natalie Anka kuşunun uyumak isteyip istemediğini sordu. Anka kuşu yorgun hissetmediğini söyledi. Bunun üzerine Natalie büyük bir yaprak alıp üzerine örttü ve hemen uykuya daldı. Yarın büyük bir gün olacaktı.


DEVAM EDECEK...





2 yorum:

  1. Türkçe'de fantastik hikayeler diye google taraması yaptırırken rastladım sayfanıza. Çok beğendim. Bu hikayenin tamamını yeğenime okumak istiyorum. Ve devamını bekliyorum.

    YanıtlaSil
  2. İlginize teşekkür ederim devamını yazıyorum.

    YanıtlaSil