Gelen Anka kuşuydu. Birden gelince Natalie'yi bayağı korkutmuştu.
Natalie çok açıkmıştı. Karın gurultusunu duyan Anka kuşu ona, arkasındaki çalılardan bir dal koparıp gagası ile uzatmıştı. Bu yiyecek üzüme benziyordu ama rengi beyazdı ve her bir tanesi küp şeklindeydi. Natalie bu küp şeklindeki yiyeceği biraz tuhaf bulmuştu. Ama çok açıkmıştı. Anka kuşunun gagası ile tuttuğu dal parçasını aldı. Anka kuşu ona;
- Biz buna küp böğürtleni diyoruz.
Natalie küp böğürtlenlerinden bir tane daha koparttı ve ağzına attı. Tadı aynı karamela gibiydi. Bir tane daha attı ağzına, onun da tadı aynı çilek gibiydi. Natalie doyana kadar küp böğürtlenlerinden yedi. Çikolatadan dondurmaya kadar neredeyse hepsini denemişti. Bunları yedikten sonra Natalie çok susadığını hissetti. Anka kuşu Natalie'nin küp böğürtlenlerinden çok fazla yediğini ve umutsuzca içecek bir şeyler aradığını anladı ve ona gagası ile kap şeklinde bir yaprak uzattı. Natalie çok susamıştı. Anka kuşuna güveniyordu. Kabı tuttu, bunun üzerine Anka kuşu küp böğürtlenlerini kap şeklindeki yaprağın içine sıktı. Birkaç dakika sonra böğürtlenlerden siyah bir sıvı yaprağın içine doğru akmaya başladı. Natalie kap yaprağı yavaşça dudağına değdirdi. En sonunda dili siyah sıvıya değdi. Su gibi tadı ve kokusu yoktu. Sudan farklı olan tek şeyi renginin siyah olmasıydı. Bunun farkına varan Natalie siyah sıvının hepsini bir hamlede içti. Yolculuk uzun olacağı için Natalie, Anka kuşunun heybesine ağzına kadar dolacak şekilde küp böğürtlenlerinden koydu. Bundan sonra kot pantolonunun cebinden çıkardığı mataraya bolca siyah sıvıdan doldurdu. Natalie Anka kuşuna siyah sıvının ne olduğunu sordu. Anka kuşu;
- Biz bu sıvıya us şurubu diyoruz.
Hindistan cevizi ağacını bulmak üzere yola koyuldular. Öğlen olmuştu. güneş o kadar yoğundu ki Natalie zar zor yürüyordu. En sonunda us şurubu içti ve ilk gördüğü ağacın altına uzandı. Güneşi batmaya başladığında ağacı bulmak üzere yeniden yola koyuldular. Hava kapkaranlıktı. Natalie çok korkmuyordu. Nasıl olsa yanında kendisinin iki katı duran efsanevi bir yaratık vardı. O sırada Anka kuşunun başını kaldırarak gök yüzüne baktığını fark etti. Natalie;
- Neden gökyüzüne bakıyorsun?
Anka kuşu;
- Çünkü hindistan cevizi ağacı güneydedir. Bizim pusulamız olmadığı için kutup yıldızına bakmamız yeterlidir, güneyi gösterir.
Natalie;
_ Güneyi mi?
Anka kuşu;
- Kesinlikle, yoksa senin geldiğin yerde böyle bir şey yok mu?
Natalie;
- Aslında var ama biraz değişik.
Anka kuşu;
- Gerçekten mi? Ne kadar tuhaf bir yerden gelmişsin sen böyle.Neyse şimdi çok dikkatli olmalısın. Çünkü burada zihin okuyan sarmaşıklar var. Aklından geçen şeyleri okuyup onu yok etmeye giderler. Bu yüzden çok ama çok dikkatli olmalısın ve hindistan cevizi ağacını düşünmemelisin.
Natalie bu fikirden biraz korkmuştu ama sonsuza kadar burada kalmak istemiyordu. Ailesine kavuşmak için her yolu deneyecekti. Bunun üzerine kafasını sallayarak Anka kuşuna tamam demek istedi. Anka kuşu;
- Harika, o halde gidelim dedi ve sarmaşıklar bölgesine doğru hızla yola koyuldular.
DEVAM EDECEK
fantastik hikayeler
21 Ocak 2014 Salı
18 Ocak 2014 Cumartesi
Bölüm 3
Gün doğmuştu. Sabah olmuştu. Natalie'yi rahatsız etmeyi başaran birkaç güneş ışını onu uyandırmayı başarmıştı. Natalie gözleri kısık bir şekilde Anka kuşuna bakmıştı. Anka kuşu gece olduğu gibi dimdik duruyordu, pozisyon bile değiştirmemişti. Natalie'nin uyandığını gören Anka kuşu Natalie'ye
- Demek uyandın. Ben de seni bekliyordum. Dedi.
Natalie;
- Sen hiç yorulmaz mısın? Diye sordu.
Anka kuşu;
- Biz Anka kuşları pek yorulmayız. Ortalama yorulma süremiz bir haftadır. Yani bir sürü vaktimiz var. Dedi.
Natalie bu ormandan korkuyordu ama yanında Anka kuşu olduğu için kendini güvende hissediyordu.Çünkü Anka kuşu çevik ve güçlü görünüyordu. Beraber ormandaki altın renkli hindistan cevizi ağacını aramaya koyuldular. Tam ince bir patikaya gelmişlerdi ki Anka kuşu Natalie'yi durdurup ona;
- Dur!Ne yapıyorsun. Eğer o ince patikadan bir milim bile ötesine gidersen inanılmaz derecedeki hızlı örümcekler sen gözlerini açıp kapayıncaya kadar seni yemek için senin her tarafını bir ağ ile sarmış olurlar. Dedi.
Natalie biraz heyecanlı bir şekilde;
- Buldum! Sen beni sırtına alıp kanatlarını çırpabilirsin böylece uçarak hindistan cevizi ağacını bulabiliriz. Dedi.
Anka kuşu;
- Üzgünüm. Bu sihirli ormana girdiğimizde bütün Anka kuşları uçma özelliğini kaybediyor. Dedi.
Natalie biraz sinirlenerek;
- Ne? ama bu çok mantıksız! Bu ince patikadan gidebilmem imkansız, tek ayağım bile zor sığar bu patikaya. Dedi.
Anka kuşu;
- Bu yüzden dikkatli olmalıyız dedi.
Natalie ile Anka kuşu dikkatli bir biçimde ince patikadan geçmeye başladılar. Natalie sağına baktığında ince patikayı geçmesini dört gözle bekleyen aç örümcekleri gördü. Tam geçerken heyecandan yanlışlıkla ayağı kaydı. Bunun üzerine bütün örümcekler Natalie ve Anka kuşuna doğru gitmeye başladılar. Son anda Natalie çantasından büyük bir kalkan alıp Anka kuşunun üstüne tuttu. Açlıktan gözü dönmüş örümcekler kalkanı canlı sanıp onu da ağın içine aldılar. Ağ; küçük bir kubbe gibiydi ama çok yapışkandı. Kalkan sayesinde ağa değmediler. Natalie çantasından bir bıçak alarak kalkanı biraz araladı. Bıçakla bir delik açarak Anka kuşu ile kaçmayı başardılar. Arkasına baktığında tuzağın içine düştüğünü sandıkları aç örümcekleri gördü. Oradan hemen uzaklaştı. Ardından koşmaya başladı, koşabildiği kadar hızlı koşmaya başladı. Bir süre sonra yorularak gördüğü ilk kayaya oturdu. Biraz dinlendikten sonra çalılardan bir hışırtı geldi.
DEVAM EDECEK...
- Demek uyandın. Ben de seni bekliyordum. Dedi.
Natalie;
- Sen hiç yorulmaz mısın? Diye sordu.
Anka kuşu;
- Biz Anka kuşları pek yorulmayız. Ortalama yorulma süremiz bir haftadır. Yani bir sürü vaktimiz var. Dedi.
Natalie bu ormandan korkuyordu ama yanında Anka kuşu olduğu için kendini güvende hissediyordu.Çünkü Anka kuşu çevik ve güçlü görünüyordu. Beraber ormandaki altın renkli hindistan cevizi ağacını aramaya koyuldular. Tam ince bir patikaya gelmişlerdi ki Anka kuşu Natalie'yi durdurup ona;
- Dur!Ne yapıyorsun. Eğer o ince patikadan bir milim bile ötesine gidersen inanılmaz derecedeki hızlı örümcekler sen gözlerini açıp kapayıncaya kadar seni yemek için senin her tarafını bir ağ ile sarmış olurlar. Dedi.
Natalie biraz heyecanlı bir şekilde;
- Buldum! Sen beni sırtına alıp kanatlarını çırpabilirsin böylece uçarak hindistan cevizi ağacını bulabiliriz. Dedi.
Anka kuşu;
- Üzgünüm. Bu sihirli ormana girdiğimizde bütün Anka kuşları uçma özelliğini kaybediyor. Dedi.
Natalie biraz sinirlenerek;
- Ne? ama bu çok mantıksız! Bu ince patikadan gidebilmem imkansız, tek ayağım bile zor sığar bu patikaya. Dedi.
Anka kuşu;
- Bu yüzden dikkatli olmalıyız dedi.
Natalie ile Anka kuşu dikkatli bir biçimde ince patikadan geçmeye başladılar. Natalie sağına baktığında ince patikayı geçmesini dört gözle bekleyen aç örümcekleri gördü. Tam geçerken heyecandan yanlışlıkla ayağı kaydı. Bunun üzerine bütün örümcekler Natalie ve Anka kuşuna doğru gitmeye başladılar. Son anda Natalie çantasından büyük bir kalkan alıp Anka kuşunun üstüne tuttu. Açlıktan gözü dönmüş örümcekler kalkanı canlı sanıp onu da ağın içine aldılar. Ağ; küçük bir kubbe gibiydi ama çok yapışkandı. Kalkan sayesinde ağa değmediler. Natalie çantasından bir bıçak alarak kalkanı biraz araladı. Bıçakla bir delik açarak Anka kuşu ile kaçmayı başardılar. Arkasına baktığında tuzağın içine düştüğünü sandıkları aç örümcekleri gördü. Oradan hemen uzaklaştı. Ardından koşmaya başladı, koşabildiği kadar hızlı koşmaya başladı. Bir süre sonra yorularak gördüğü ilk kayaya oturdu. Biraz dinlendikten sonra çalılardan bir hışırtı geldi.
DEVAM EDECEK...
14 Ocak 2014 Salı
Bölüm 2
Kraliçe son hızla kraliyet profesörünün laboratuvarına girdi ve ona;
- Sanırım işe yaramayan zaman makinesi işe yaradı dedi.
Profesör inanılmaz derecede şaşırmış bir şekilde kraliçeye;
- Ama bu nasıl olur. Daha demin çalıştırdım, kimsenin çocukluğu buraya gelmedi. Sonra da makine bozuldu diyerek vidaları sökülmüş bozuk makineyi gösterdi.
Kraliçe sinirlenerek;
- Ama benim çocukluğum geldi! diyerek profesöre bağırdı. Sonra da kısık bir sesle;
- Bunu düzeltebilecek bir yol biliyor musun? diye sordu.
Profesör;
- Tabi ki biliyorum. Gerçi biraz tehlikeli. Hani kimsenin korkup gidemediği volkanik bir ada var ya işte orada altın rengindeki hindistan cevizi ağacını bulacak. Onun tam altında çok değerli bir taş var. O taştan hangi zamanda, mekanda yada şekilde olmak isterse dilemesi yeterlidir. Yalnız bir hakkı var.
Kraliçe;
- Ne? Delirdin mi sen! Eğer ona bir zarar gelirse bana da gelebilir.Hem o sırada belki başka bir şey düşünür, bir hakkını başka bir şey için kullanır.
Profesör;
- Merak etme. Gökten düşmüş bir kız ailesine kavuşmak için her yolu deneyecektir ve ailesine kavuşmaktan başka bir dilek dileyeceğini hiç sanmıyorum.
Kraliçe
- Tamam. O halde tek sorunumuz onun benim çocukluğum olması. Onun bunu öğrenmemesi lazım. Eğer öğrenirse bunu değiştirmek için elinden geleni yapacaktır. O zaman kötü bir geleceği olur, buraya farklı biri gelir ve her şey değişebilir.
Profesör;
- Tamam o zaman. Ona yolluk, silah veya onu koruyacak şeyler verip ormana gönderelim.
En sonunda laboratuvardan çıktılar. Profesör Natalie'ye her şeyi anlatıp, bazı silahlar vererek ormana götürdüler.
Orman biraz kuru ve ıssızdı ama Natalie bazı hayvanların ona baktığını hissedebiliyordu. Şu anda tek bir amacı vardı, oda ailesine kavuşmak. Bu yüzden geçici bir süreliğine de olsa gözleri unutup hedefine odaklandı. Altın renginde hindistan cevizi ağacını bulacaktı. Sanki biri onu takip ediyor, onu izliyordu. Maalesef içindeki bu kötü hissi bir türlü atamıyordu. Sonunda kararını verdi ve çantasındaki kılıcı çıkarıp hızlıca arkasını döndü. Gördüğü manzara karşısında neredeyse dilini yutacaktı. Kocaman bir kuş gördü. Üstelik sıradan bir kuş değildi. Bir Anka kuşuydu. Anka kuşu ona;
- Lütfen benden korkma. Sarayda konuşulanları duydum. Hindistan cevizi ağacının nerede olduğunu biliyorum, bu ormanı avucumun içi gibi bilirim.
Natalie bir Anka kuşunun ona katılmasını istemiyordu. Ama ondan başka birinin ormanı daha iyi tanıyacağını sanmıyordu. Birkaç saat sonra Natalie yorgunluktan ölmek üzereydi ama Anka kuşu halinden gayet memnun görünüyordu. Tabii o bu ormana kaç bin kez gitmişti. Ormanı avucunun içi gibi biliyordu. Zaten hava kararmıştı ve uyuyacak bir yer aramaları gerekiyordu. Neyse ki Anka kuşu bu konuda uzmandı ve terk edilmiş bir ayı mağarası buldu. İçerisi berbat kokuyordu ama en azından sıcaktı. Natalie Anka kuşunun uyumak isteyip istemediğini sordu. Anka kuşu yorgun hissetmediğini söyledi. Bunun üzerine Natalie büyük bir yaprak alıp üzerine örttü ve hemen uykuya daldı. Yarın büyük bir gün olacaktı.
DEVAM EDECEK...
- Sanırım işe yaramayan zaman makinesi işe yaradı dedi.
Profesör inanılmaz derecede şaşırmış bir şekilde kraliçeye;
- Ama bu nasıl olur. Daha demin çalıştırdım, kimsenin çocukluğu buraya gelmedi. Sonra da makine bozuldu diyerek vidaları sökülmüş bozuk makineyi gösterdi.
Kraliçe sinirlenerek;
- Ama benim çocukluğum geldi! diyerek profesöre bağırdı. Sonra da kısık bir sesle;
- Bunu düzeltebilecek bir yol biliyor musun? diye sordu.
Profesör;
- Tabi ki biliyorum. Gerçi biraz tehlikeli. Hani kimsenin korkup gidemediği volkanik bir ada var ya işte orada altın rengindeki hindistan cevizi ağacını bulacak. Onun tam altında çok değerli bir taş var. O taştan hangi zamanda, mekanda yada şekilde olmak isterse dilemesi yeterlidir. Yalnız bir hakkı var.
Kraliçe;
- Ne? Delirdin mi sen! Eğer ona bir zarar gelirse bana da gelebilir.Hem o sırada belki başka bir şey düşünür, bir hakkını başka bir şey için kullanır.
Profesör;
- Merak etme. Gökten düşmüş bir kız ailesine kavuşmak için her yolu deneyecektir ve ailesine kavuşmaktan başka bir dilek dileyeceğini hiç sanmıyorum.
Kraliçe
- Tamam. O halde tek sorunumuz onun benim çocukluğum olması. Onun bunu öğrenmemesi lazım. Eğer öğrenirse bunu değiştirmek için elinden geleni yapacaktır. O zaman kötü bir geleceği olur, buraya farklı biri gelir ve her şey değişebilir.
Profesör;
- Tamam o zaman. Ona yolluk, silah veya onu koruyacak şeyler verip ormana gönderelim.
En sonunda laboratuvardan çıktılar. Profesör Natalie'ye her şeyi anlatıp, bazı silahlar vererek ormana götürdüler.
Orman biraz kuru ve ıssızdı ama Natalie bazı hayvanların ona baktığını hissedebiliyordu. Şu anda tek bir amacı vardı, oda ailesine kavuşmak. Bu yüzden geçici bir süreliğine de olsa gözleri unutup hedefine odaklandı. Altın renginde hindistan cevizi ağacını bulacaktı. Sanki biri onu takip ediyor, onu izliyordu. Maalesef içindeki bu kötü hissi bir türlü atamıyordu. Sonunda kararını verdi ve çantasındaki kılıcı çıkarıp hızlıca arkasını döndü. Gördüğü manzara karşısında neredeyse dilini yutacaktı. Kocaman bir kuş gördü. Üstelik sıradan bir kuş değildi. Bir Anka kuşuydu. Anka kuşu ona;
- Lütfen benden korkma. Sarayda konuşulanları duydum. Hindistan cevizi ağacının nerede olduğunu biliyorum, bu ormanı avucumun içi gibi bilirim.
Natalie bir Anka kuşunun ona katılmasını istemiyordu. Ama ondan başka birinin ormanı daha iyi tanıyacağını sanmıyordu. Birkaç saat sonra Natalie yorgunluktan ölmek üzereydi ama Anka kuşu halinden gayet memnun görünüyordu. Tabii o bu ormana kaç bin kez gitmişti. Ormanı avucunun içi gibi biliyordu. Zaten hava kararmıştı ve uyuyacak bir yer aramaları gerekiyordu. Neyse ki Anka kuşu bu konuda uzmandı ve terk edilmiş bir ayı mağarası buldu. İçerisi berbat kokuyordu ama en azından sıcaktı. Natalie Anka kuşunun uyumak isteyip istemediğini sordu. Anka kuşu yorgun hissetmediğini söyledi. Bunun üzerine Natalie büyük bir yaprak alıp üzerine örttü ve hemen uykuya daldı. Yarın büyük bir gün olacaktı.
DEVAM EDECEK...
12 Ocak 2014 Pazar
Natalie Bölüm 1
Natalie
Bölüm 1
Arabadaydılar, tatile gidiyorlardı. Natalie pek heyecanlı değildi. Gidecekleri yeri hiç sevmemişti, kamp tatili ona göre değildi. Birden pat diye bir ses duyuldu. Natalie ilk atlattığı şoktan sonra normale dönmüştü fakat arabanın lastiği patlamıştı. Tatil kampına bayağı uzaktalardı, arabayı itmeleri düşünülemezdi bile. Annesi telefon ile çekici çağırmaya çalışırken babası patlak lastik için ne yapabileceğine bakınıyordu. Natalie ise nehir kenarındaki yarısı yosunlu bir kayaya uzanmış, kuru bir dalla nehre düşen yaprakları kendine doğru çekip itiyordu. O ana kadar her şey sıkıcıymış gibi görünüyordu, ta ki nehir Natalie'nin dalını içine çekene kadar. Natalie inatçı kişiliği nedeni ile dalı son hızla kendine doğru çekmeye başladı. Ama ne yazık ki nehir o kadar güçlüydü ki kuru dal ile birlikte Natalie'yi de içine doğru çekti. Natalie hem düşüp hem de ne yapacağını bilmezken bağırıp çağırmaya başlıyordu. Kahverengi saçları uçuşurken mavi gözleriyle yardım edecek birini arıyordu. Neyse ki şanslıydı. Bir şemsiyenin üzerine düşmüştü. Tam nasıl ineceğini düşünürken ayağa kalkmaya çalışmış fakat dengesini kaybedip yere düşmüştü. Nasıl bir yere geldiğini anlamaya çalışıyordu. Aynı zamanda her yeri ağrıyordu. Birden herkesin ona baktığını ve birkaç kameranın onu çektiğini gördü. Bir mikrofon ona doğru yaklaştı, sonra birden uzaklaştı. Sanırım dillerini bilmediğini sanıyorlardı. Sonra Natalie
-Merhaba, dedi.
Herkes aralarında konuşmaya başlamıştı. Bazılarının yüksek sesi nedeni ile "dilimizi biliyor", "o bir uzaylı" gibi konuşmaları duymuştu. En sonunda yeşil gömlekli, kısık sesli, kumral bir adam Natalie'ye yaklaşıp;
-Benimle gel. Seni mutlaka görmek isteyecektir, dedi.
Natalie burada ne olup bittiğini bilmiyordu ama girdiği süslü şatodan dolayı kral veya kraliçeye gideceğinden emindi. Natalie şatodaki her adımında hem daha çok heyecanlanıyor hem de daha çok korkuyordu. İçinden kral veya kraliçenin nasıl birileri olabileceğini merak ediyor, kötü birileri olabileceğinden korkuyordu. Sarayın taht odasına geldiğinde kızıl topuz saçlı, kabarık elbiseli ve parlak tacı olan kraliçenin önüne getirildi. Yeşil gömlekli kumral adam kraliçeye bir şeyler anlattı. Adamın kısık sesi nedeni ile Natalie adamın ne söylediğini anlamıyordu. Ama kendisinden bahsedildiğine emindi ki, Kraliçe ona öne çıkmasını emretmişti. Ona kızgın bir şekilde;
-Buraya neden ve nasıl geldin? diye sordu.
Nalalie; Biraz kararlı bir sesle;
- Buraya bir nehir tarafından içine çekilerek geldim. Fakat neden geldiğim hakkında hiçbir fikrim yok. Dedi.
Kraliçenin fal taşı gibi açılmış gözleri Natalie de bir şüphe uyandırmıştı. Ya aynı dili konuşmasını tuhaf bulmuş ya da bu olayı daha önce yaşamıştı. Kraliçenin fal taşı gibi açılmış mavi gözleri ve kızıla boyatılmış kahverengi saçları ona bir yerden tanıdık geliyordu.
DEVAM EDECEK...
Bölüm 1
Arabadaydılar, tatile gidiyorlardı. Natalie pek heyecanlı değildi. Gidecekleri yeri hiç sevmemişti, kamp tatili ona göre değildi. Birden pat diye bir ses duyuldu. Natalie ilk atlattığı şoktan sonra normale dönmüştü fakat arabanın lastiği patlamıştı. Tatil kampına bayağı uzaktalardı, arabayı itmeleri düşünülemezdi bile. Annesi telefon ile çekici çağırmaya çalışırken babası patlak lastik için ne yapabileceğine bakınıyordu. Natalie ise nehir kenarındaki yarısı yosunlu bir kayaya uzanmış, kuru bir dalla nehre düşen yaprakları kendine doğru çekip itiyordu. O ana kadar her şey sıkıcıymış gibi görünüyordu, ta ki nehir Natalie'nin dalını içine çekene kadar. Natalie inatçı kişiliği nedeni ile dalı son hızla kendine doğru çekmeye başladı. Ama ne yazık ki nehir o kadar güçlüydü ki kuru dal ile birlikte Natalie'yi de içine doğru çekti. Natalie hem düşüp hem de ne yapacağını bilmezken bağırıp çağırmaya başlıyordu. Kahverengi saçları uçuşurken mavi gözleriyle yardım edecek birini arıyordu. Neyse ki şanslıydı. Bir şemsiyenin üzerine düşmüştü. Tam nasıl ineceğini düşünürken ayağa kalkmaya çalışmış fakat dengesini kaybedip yere düşmüştü. Nasıl bir yere geldiğini anlamaya çalışıyordu. Aynı zamanda her yeri ağrıyordu. Birden herkesin ona baktığını ve birkaç kameranın onu çektiğini gördü. Bir mikrofon ona doğru yaklaştı, sonra birden uzaklaştı. Sanırım dillerini bilmediğini sanıyorlardı. Sonra Natalie
-Merhaba, dedi.
Herkes aralarında konuşmaya başlamıştı. Bazılarının yüksek sesi nedeni ile "dilimizi biliyor", "o bir uzaylı" gibi konuşmaları duymuştu. En sonunda yeşil gömlekli, kısık sesli, kumral bir adam Natalie'ye yaklaşıp;
-Benimle gel. Seni mutlaka görmek isteyecektir, dedi.
Natalie burada ne olup bittiğini bilmiyordu ama girdiği süslü şatodan dolayı kral veya kraliçeye gideceğinden emindi. Natalie şatodaki her adımında hem daha çok heyecanlanıyor hem de daha çok korkuyordu. İçinden kral veya kraliçenin nasıl birileri olabileceğini merak ediyor, kötü birileri olabileceğinden korkuyordu. Sarayın taht odasına geldiğinde kızıl topuz saçlı, kabarık elbiseli ve parlak tacı olan kraliçenin önüne getirildi. Yeşil gömlekli kumral adam kraliçeye bir şeyler anlattı. Adamın kısık sesi nedeni ile Natalie adamın ne söylediğini anlamıyordu. Ama kendisinden bahsedildiğine emindi ki, Kraliçe ona öne çıkmasını emretmişti. Ona kızgın bir şekilde;
-Buraya neden ve nasıl geldin? diye sordu.
Nalalie; Biraz kararlı bir sesle;
- Buraya bir nehir tarafından içine çekilerek geldim. Fakat neden geldiğim hakkında hiçbir fikrim yok. Dedi.
Kraliçenin fal taşı gibi açılmış gözleri Natalie de bir şüphe uyandırmıştı. Ya aynı dili konuşmasını tuhaf bulmuş ya da bu olayı daha önce yaşamıştı. Kraliçenin fal taşı gibi açılmış mavi gözleri ve kızıla boyatılmış kahverengi saçları ona bir yerden tanıdık geliyordu.
DEVAM EDECEK...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)